anaokulu-kucukcemece-kres-tatli-cocuklar-logo

Geçenlerde ailemi çok eski dostları ziyaret etti. Erkek olanı ablamın ilkokul öğretmenidir. Biz Manisa’nın küçük bir ilçesinde büyüdük. Zaten sadece iki tane ilkokul vardı. Köyden yeni çıkma bir kasaba diyebilirim o dönem için… Biri ablamın biri de benim yaşımda olmak üzere iki tane kızları vardı onların da. Hani yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Koku hafızam çok iyidir.

Onları görür görmez; arkadaşımdan ayrılmak istemeyip onların evinde kaldığım gecelerde sabahları bal kokan evleri yokladı önce hafızamı. Onlar Muğlalılardı ve teneke teneke balları olurdu, belli ki balcılıkla da uğraşırlardı. Samimiyetleri ve iyi niyetleri gibi kokardı evleri de… Bal gibi yani… Sonra ablamın ve ilkokul öğretmeninin kavuşmasını izlerken kendi ilkokul öğretmenim geldi aklıma. Ben olsam nasıl kavuşurdum acaba dedim…

Önce tebeşirle karışık sigara kokan elleri geldi aklıma. Kocamandı elleri öğretmenimin. Zaten öğretmenim de kocamandı benim… Koydu mu elini defterimin üstüne sayfayı göremezdim ben. Her teneffüste sigara içerdi. Ona söyleyecek çok sözüm vardı ama hiçbirini söylediğimi hatırlamıyorum. Hem zaten şu kendi kendine konuşan; kendine bir, en fazla iki arkadaş seçen, onun dışında saklanan çocuklardandım ben.

Öğretmenim severdi hareketli, neşeli, aktif çocukları. Kim sevmez ki etrafında bıcır bıcır gezen, konuşan her derse katılan çocuğu. Ve benim öğretmenim genellemeyi de severdi. Yaramazlık yapan mı var sınıfta… Çıkardık tahtaya yerdik hepimiz o sıra dayağını. Ben daha olanları anlamaya çalışırken, insanları tanımlamaya çalışırken, ne oluyor ne bitiyor derken kulağımın çekildiğini de bilirim, elime cetvelle vurulduğunu da… Ama benim canımı acıtan bu değil tabi ki. Keşke yaramaz bir çocuk olsaydım da o sıra dayağını gülümseyerek anlatsaydım size. Hâlâ da sorun o dayaklar değil. (Hani çocuğuma vurmayayım diye çabalıyorsunuz ya duygusal şiddetin yanında fiziksel şiddet hiç bir şey. Ruhunu yaralayacağınıza eline vurun. Bundan çok eminim…)

Guruplara da ayrılırdık biz. Kapıya yakın oturanlar en tembeller, ortadakiler orta, cam kenarındakiler ise en iyi öğrenciler… Kime göre? Soru mu bu? Tabi ki öğretmenime göre… Genelde ortada olduğumu hatırlıyorum. Geç yürümüşüm ben bebekliğimde. Kaslarım da çok narinmiş. Hatırlıyorum, fiziksel her aktiviteden ölesiye korkardım. Beden Eğitimi dersleri kabustu. Okul köy okulu gibi bir şey. Ben memur çocuğu. Arkadaşlarım canavar gibi düz duvara tırmanacak, ben onların rüzgarlarından korkuyorum o derece yani… Ama benim öğretmenim hareketli çocukları sever. Bir kere sarılıp koklayarak işi çözdüğünü hatırlamıyorum. Hep ya gereksiz motivasyonla, ısrarla ya da eleştirel yaklaşırdı. Sesimi çıkarmadım ya ben muhtemelen duymadım sandı… İş Eğitim Dersinde çivi çakacağız. Korkuyorum ve beceremiyorum; ellerim zaten bebek eli gibi… Öğretmenim bu işi çekiçle ellerime vurarak çözmeyi denedi hafif hafif. Bak birşey olmuyor demek istedi. Evet bu bir yöntemdi. Ama yapmak istemiyorsan yapmayabilirsin diyip başardığım şeylere odaklanıyor olsa idi bu da bir yöntemdi.

Matematik dersinde el kaldırmazdım. Haliyle anlamadığım şeyleri sormazdım. Çünkü öğretmenimin tepkisinden çekinirdim. Tabi ki matematik notum 3 den yukarı çıkmadı çıkamadı… Ama göremedi öğretmenim o yaşa göre Türkçemin olağanüstü olduğunu. Göremedi dediği hikayelerin dışında kaç hikaye okuduğumu… Göremedi kompozisyon yazdırsa neler yazabileceğimi… Bir gün bizden bir mektup istese neler bilecekti hakkımda yapmadı… Ben de kitaplarla konuştum. O kadar çok okudum ki onları… Daha doğrusu o kadar çok saklandım ki onlara anlatamam. Bir onlara saklandım bir de kendim gibi olabildiğim tek onun yanında coşabildiğim komşu oğluna saklandım. Çünkü matematik önemliydi tabii ve tabii beden eğitimi dersinde takla atamamak da pek hoş görünmüyordu… Saklanmam gerekiyordu.

Ne diyorduk; ablam ve ilkokul öğretmeni sarılıyor. İki dakikalık bir mesele… İki dakika boyunca onları izleyen başka bir öğretmenin öğrencisi bütün bunları hissedebiliyor. Yaş 35. Acaba ben öğretmenimle nasıl kavuşurdum diyor. Elini mi sıkardım öper miydim? Saygıda kusur etmezdim ama gözlerim de dolmazdı. Bin kere teşekkür etmezdim. İzlerdim onu galiba… Sonra o dönem mesai arkadaşı oldukları için benim öğretmenimden de konu açılıyor. İlik kanserinden ölmüş. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

Şimdilerde drama öğretmenliği yapmak için çabalıyorum. Bir sürü okul geziyorum. Bütün çocuklara dokunmaya çalışıyorum. Gelip şen kahkahalarla bacağıma sarılanı da sevip öpüyorum. Yanıma gelmeyen göz kaçıran çocuğa da onun istediği ölçüde dokunuyorum. Hiç temas istemiyor ise gözlerimle seviyorum. İnsan onlar… Yarın anneleri babaları vidalarını sıkıp gevşeterek tamir edemez bizim açtığımız yaraları…

Nazan AKPOLAT

Comments are closed