anaokulu-kucukcemece-kres-tatli-cocuklar-logo

        Açık kalp ameliyatı yapan cerrahın işi kadar özen, dikkat ve özveri istiyor öğretmenlik.

Dokunduğu yerde iz bırakıyor. Bıraktığı iz öyle yüzeysel de olmuyor hani… Altmış yaşındaki insan bile hatırlıyor, taşıyor öğretmenlerinin izlerini. Çocuğun annesi babası dışında ilk defa biri ona yapması gerekenleri söylüyor, kural koyuyor, hayata dürbün tutuyor. Hatta bazı çocuklar için öyledir ki öğretmeninin dedikleri, annesinin babasının dediklerinin önüne geçer. Kanun gibidir adeta.

Öğretmen çocuğa bilmesi gerekenleri öğretmekle, sınırlarını çizmekle, ebeveynlerin atladıklarını eksik yaptıklarını düzeltmekle yükümlüdür. Ama yetmez, üstelik çok sevmekle de yükümlüdür. Bütün yapması gerekenler öğretmene üniversitede ya da aldığı derslerde öğretilmiştir de sevgi yürek işidir. Öyle ya kim size doğru sevmeyi öğretebilir?

Birini nasıl sevmeniz gerektiğini, merhameti ailenizden modellersiniz ve tabi ki öğretmenlerinizden… Öğretmenlerimizin de öğretmeni ve ailesi vardı. Yani çocuk üzerinde yapılan hatalar koca nesilleri etkiliyor. Geleceğin öğretmenlerini etkiliyor hatta. Domino taşları nasıl zamansız yıkılır bilirsiniz. Yanlış dizmişsinizdir veya yanlış dokunmuşsunuzdur. Nesiller de aynen domino taşları… Siz bir çocuğa yanlış dokunduysanız eğer, onun kendi çocuğuna doğru dokunması tamamen kendini duygusal açıdan iyileştirip iyileştirmediğine bağlıdır. İnsanın ruhunu iyileştirmesi de bedenini iyileştirmesinden çok daha zordur, yıllarını alır.

Bugün öğretmenler günü ve onların görevlerinden bahsetmek yerine biraz da onlara yüklenen ağır misyonlardan bahsetmek isterim. Öğretmenlerden beklentiler o kadar yüksektir ki onların da insan olduğu unutulur çoğu zaman… Üstelik “o zaman öğretmen olmasaydı” deriz ve çekiliriz kenara. Özellikle yeni nesil anne ve babaların genel sorunu bu. Öğretmen suratını düşüremez, öğretmen çocuğumuza her şeyi öğretmek zorundadır ama asla sesini yükseltemez. Annelerin hatalarına öğretmenler “olur öyle şeyler bundan sonra şöyle yapalım” der de öğretmenin hatalarında anne hemen panik olur.

Düşünsenize çocuk sizin değil ama hem sınırlarını belirlemek zorundasınız hem de çok sevmek zorundasınız. Anne kızarsa “annedir” öğretmen sesini yükseltmek zorunda kalırsa çocuğun annesi o olmadığı için hemen yargılanır. Öğretmen iyiyse (göreceli olarak) övgülere boğarız özellikle öğretmenler günlerinde… Ama öğretmen sadece bir gün bile gününde değilse anneye gösterdiğimiz anlayışın yarısı yoktur. Bütün meslek hayatı hatta bütün insanlığı masaya yatırılır. Onlar yanlış cümle kuramaz, onların o gün canları ders anlatmak istemiyor olamaz, onlar o gün kendilerini iyi hissetmiyor olamaz…

Acımasızca bütün mimikleri, bütün mesleki hayatları hatta özel hayatları eleştirilir. Zordur öğretmen olmak. Anne çocuğunu çok severken bir gün cinnet geçirip hakaret bile edebilir çocuğuna iki saat sonra da unutulur. Ama öğretmen hem çok iyi öğretmeli hem de çok iyi sevmelidir. Para aldığın için mi? Hangi para bu kadar ağır bir misyonu karşılayabilir. İlkokul kapılarında görürsünüz. Öğretmenlerin hemen adı çıkar. Bir öğretmen çok iyidir bütün veliler onu ister de diğer öğretmenler sanki bambaşka mesleklerdedir.

Kim karar verir buna… Neye göre karar verir… Hangi anlık duruma… Düşünsenize evinizin içinde olmayan biri dışarıda sizin anneliğinizi eleştiriyor altını çize çize… Aslında ne kadar zor ve şevk kırıcı. Bir türlü atanamayan öğretmenlerden çocuklarına kavuşmak için can atan öğretmenlerden hiç bahsetmiyorum bile bu yazıda… Şehit olanlardan… Evde çocuğunu bakıcıya bırakıp eşini kaybeden ama başka çocuklar için canla başla çalışanlardan… Vicdan işi ya öğretmenlik hep deriz ya bunu vicdan her işte gerekli değil midir? Öğretmenlere bakan yargılayan gözlerimize de vicdan şart değil mi? Karşılıklı iyi niyet her şeyi çözmez mi?

Nazan Bayrak AKPOLAT